Bir Bardak Adaçayı
Ay henüz kızılken Ada’daydım bu gece.
Ağustos mahmurluğunu üzerinden atamamış Ege’nin rüzgarları
Yosunların iyotla karışan o tanıdık kokusuyla dolduruyordu Rum evlerinin
avlularını.
Anason kokusu ile boyanmış arnavut kaldırımları bildiğimiz
gibi;
Yine bir tuzak sanki, attığımız her adımın biraz daha farkına
vardıran.
Her köşebaşında bir çocuk hevesimle daha çarpışıyordum.
Yabancı suretler arasından, eski dostum kocaman gülümsemesiyle
karşılıyor beni: Taş Kahve.
Sessizliğimin tüm gürültüsünü bir bardak adaçayı ile içmeye
çalışıyor,
Gözlerim, evimdeki yabancıların arasında, anneannesinin
elinden tutmuş “buzlu badem” sırasında bekleyen çocukluğumu arıyordu.
Limandan kalkan son “Ayvalık” motorunun sesi, bittiğini fark etmediğim adaçayının boş bardağında yankılanıyor,
Onca yıllanmışlığımıza şahit, Taksiyarhis sıvazlıyor sırtımı.
Meyhanelerin masalları birbirine karışıyor, boş duvarlarda
yankılanan kahkahalarla.
Ve tüm masalların mutsuz sonları birer kahkaha olup kadeh
kaldırıyor yıldızlara.
Kusursuz yapılmış her makyajın altında ağlamaktan korkan bir
kadın,
Ütüsüz giyilmiş her gömlekte, kaybedecek birşeyi kalmamış bir
adamın acı gülümsemesi saklanıyor.
3 Eylül
2019, Cunda
Yorumlar
Yorum Gönder